Bostancı-Dalyan arasında güneşli bir günce

Mart ayının ilk pazar günü ve üçüncü cemre toprağa düşmüş. Nereye düştü acaba diye soruyorum yıllardır? Bilen yok. Bugün toprağa düşmüş, hangi toprağa mesela? Neyse, güneşli havanın tadını çıkaralım biraz diye kendimizi dışarı atıyoruz.

Uzun, kasvetli, hafif Kuzey İskandinavya havalı son 3 ayı geçirdikten sonra bu pazar güneşi iyi geliyor. İngilizce adı “büyük” olan bir restoranda kahvaltı söylüyorum kendime. Konsept kahvaltı nerdeyse 4 kişilik geliyor, iyi de ben bir kişiyim. “Bu böyle abi idare et diyor” garson. “İyi ben de hesabı kendime göre öderim, siz de idare edersiniz” diyorum. Garson hiç oralı değil. Nereli ise? Gülüyor kendince, kafalar güzel demek ki.

Güzel bir kahvaltı sonrası sahile yollanıyorum, kalan yarısını da bizim sahildeki kedilere vereceğim. Bostancı tarafından başlıyorum. “Hiç moralimizi bozmayalım” diyorum kendi kendime. Hava güzel, termometre 18 derece. Demek ilkbahar, yaza doğru hızlı koşuyor. “E bizi de bekle” diyorum, henüz hazır değiliz. Daha kazakları çıkarmadan kısa kollu giymeye alışkın değiliz. Ferhan ustamın dediği gibi, “Havalar bu ara çok şizoid”. Yarın yağmur yağarsa şaşırmayacağız yani.

Kentsel dönüşümden iç savaş sonrası Beyrut’u andıran tozlu, taraklı ve her an tökezleyip düşeceğin sokaklarda cambazlık yapıp sahile yollanıyorum. Nasıl da değişiyor Kadıköy, iki yıl öncesinden eser yok sokaklarda. Yeni yapılan ama bir türlü satılamayan binaların yanında, eski olan binaların durumu çok hüzünlü. Eski ile yeni arasındaki tahterevalli gibi. Acı bir gerçek tokat gibi çarpıyor yüzümüze. Neyse konumuz bu değil zaten. Bu çok başka bir yazının konusu. Ama 40-50 yıllık bir hikayenin çok acı bir bitişini andırıyor. Oysa biz mutlu sonlara çok alışmıştık!.. Ya da öyle sanıyorduk. Depremden kaçarken ranta yakalandık demek ki…

Sahil cıvıl cıvıl. Her güneşli hava, Bağdat Caddesi’nin sahil tarafını festival havasına büründürüyor. Her yaştan binlerce Kadıköylü sahile akın ediyor, güneşin tadını çıkarıyor. Ben de öyle yapacağım. Bostancı’nın başından Dalyan sonuna kadar neler var bir bakalım bu güneşli havada. Neler yok ki. Daha ne var ne yok demeden park kavgası çıkıveriyor iki araba arasında. Arabadakiler ellerinde ne varsa çıkarma gayretini gösterdiklerinden, bir savaş hali sezip hemen oradan uzaklaşıyorum. Hiç avantür macera peşinde değilim bugün. Bir silahlı çatışma düşünmüyorum açıkçası. Araya park görevlileri giriyor, yatışıyor ortalık. Baloncuda balon patlatıp, az önceki sinirimi buharlaştırıyorum. 15 atışın 12’sini vuruyorum. “Güzel” diyorum kendi kendime. Baloncu mutlu mesut, ben yoluma koyuluyorum. Ortalık çok kalabalık, hafif bir Şanghay durumu söz konusu.

Fenerbahçe Kongre Üyesi bir abimize rastlıyoruz, bir hoş beşten sonra “Ne olacak bu Fener’in hali” sorusunu soruyorum, hafif sinirleniyor. Meğer benden önce 10 kişi sormuş. Hafif müstehzi gülümseyerek kaçıyorum ortamdan. Bu aralar sakin olmak lazım demek ki Fenerlilere karşı. Yol dar ve kalabalık. Önde iki genç kız konuşuyor. Konu evlenecek erkek olmaması… Vay canına diyorum. Erkekler de aynı dertten muzdarip. Peki biz bu sorunu nasıl çözeceğiz yahu? Neyse deyip, uzun adımlarla kızlardan ve sonsuza dek konuşulacak bu konudan uzaklaşıyorum. Konuş konuş bitmez çünkü bu konu.

Patenciler yanımdan süzülüyor. Bunlar da ayrı bir alem. Evet burası Florida sahili ya, patenci de olması lazım. Ama nedense seksi patenci kızlar yok! Keşke olsa tabi. Bu arada madem bu kadar iyisiniz, “Niye hala Avrupa Artistik Patinaj’da yokuz” sorunsalını da sormadan edemiyorum kendime. Şaka bir yana, gerçekten iyiler ve sahile ayrı bir hava katıyorlar. Sahi bir Katerina Witt vardı yıllar önce, ne oldu acaba ona?

Bostancı

Sahilin Suadiye tarafındayım. Ünlü Kardeşler Simitçisi Cemile Hanım’dan çay ve simit alıyorum. Kardeşi ile yoğun müşteri ilgisini karşılamaya çalışıyor. Kadıköy’ün en lezzetli çayı burada. Herkes önünde sıra olmuş, “Nasılsın” diye soruyorum. “İyiyiz, güneşin hikmeti işte” deyip işine koyuluyor. Havanın güneşli olması ona müşteri olarak dönmüş durumda. Hızlı bir şekilde çayımı alıp, yoluma devam ediyorum.

İğne atsan yere düşmez durumu sahilin her yerinde mevcut. Yol git git bitmiyor gibi gelse de, aslında her durak ayrı bir hikaye benim için. Kediler güneşli havada yem peşinde, kendilerini sevdiriyorlar. Yiyecek bol. Aynı şey martılar için de geçerli. Beyaz bir örtü şeklinde günlük yemeklerinin peşindeler. Balıklar için durum farklı tabi. Doğal seleksiyon devam ediyor. Yaşları geçkince teyzeler ve amcalar güneşin tadını sahildeki cafelerde çıkarıyor. Konu daha çok Nisan ayındaki referandum. Bu konuda hararetli tartışmalar sürekli devam ediyor. Karşıt görüşler ciddi can yakıcı hale gelebiliyor. Toplumdaki gerginlik burada bile hissediliyor.

Caddebostan’da tam bir festival havası var. Gençler çimlerde sohbet ediyor, gitar çalıyor, şarkı söylüyor. Sanırsın Wembley’de Queen konseri var. İşte bu yüzden Kadıköy’ü ve Cadde’yi seviyorum. Her hali ile insana yaşama sevinci veriyor. Bugünlerdeki hali ile bile.  Özgürlüğü buram buram hissedebiliyorsunuz.

Çimler alabildiğine kalabalık, köpekler dilleri dışarıda keyif yapıyor. Uzun ve çetin geçen kışın kapalı mekanda kalma sıkıntısı bitmişe benziyor herkes için. Keyifle elimde çayım, yürüyorum. Bir kestaneci görüyorum, kestane alıyorum. “Nasıl işler?” diye soruyorum. “Abi kış bitiyor, 7 ay sonrasını beklemek lazım” diyor kestaneci üzgün bir şekilde. Herkesin derdi başka tabi. Kestane sorunsalını düşünerek sahildeki voleybol maçına geçiyoruz. Sürekli voleybol oynayan ve yaşları birbirinden farklı bir grup, bildiğin profesyonel voleybol maçı oynuyor. Seyirciler de keyifle onları izliyor. Yaşları 50’nin çok üstünde olanların çoğu kaslı ve oldukça tribal enfeksiyon durumları var. İlgi çekici bir durum. “Demek biraz da ondan bu kadar seyirci” diyorum kendi kendime.

Büyük Kulüp tarafında kalabalık biraz azalmış gibi. Birden yanımızdan 4  kişilik bir grupla Kadıköy Belediye Başkanı  Aykurt Nuhoğlu geçiyor takım elbisesi ile. Bir röportaj yapıyor gibi. Olmasa “Ne olacak bu Kadıköy’ün hali” sorusunu  soracaktım meraklı bir şekilde. Olmadı başka bir zamana tabi. Zamandan bol ne var bizde. Dalyan sahilinde iki çocuk köpeklerle oynuyor. Ne kadar tatlılar. “İnsanın bazen çocuğu olası geliyor” diyorum.

İnsanın içini yaşama sevinci ile dolduran Bostancı-Dalyan sahil yürüyüşüm sona eriyor. Kestanecisi, baloncusu, simitçisi, patencisi, kedileri, köpekleri ve binbir çeşit farklı hikayesi ile güzel bir pazar gününü noktalıyorum. Şaka maka, Kadıköy’de yaşamak gerçekten ayrıcalık yahu. Değerini bilmek lazım. Haydi sağlıcakla kalın…

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu